Orhan Pamuk
Yazıyla resim arasındaki bölünmüş ilgilerimin odaklandığı ilk metinler ve sayfalar, okul kitapları ve dil öğreten kitaplardır. Okuma yazmayı altı yaşındaki çocuklara 1950’ler İstanbul’unda öğreten ALFABE’nin en unutulmaz sayfalarından biri, bir sayfadaki kocaman bir at resmi ve altında yazan iki harfli AT kelimesidir. AT, bu hayvanın genel adı olduğu için hiç şüphesiz kelime yerindeydi. Ama resimdeki beyaz AT, var olan ve var olabilecek mümkün bütün atlardan yalnızca biriydi. Bir özel atın bütün atları, genel “atlığı” temsil ettiğine inanabilmem, ikna olabilmem için altında AT diye yazması yeterli miydi?
Altı, yedi yıl sonra, okulda büyük gayretler sarf ederek İngilizce öğrenmeye çalışırken aynı konuyla kafam yine karışacaktı: Sayfada bir kalem, bir pencere ya da bir çay fincanı resmi, çok basit (bana hep büyüleyici gelen bir basitlik!) bir şekilde çizilip gösteriliyor, Longman’ın İngilizceyi başka milletlerin çocuklarına öğreten eğitim kitabı da bu şeylerin adını “pencil”, “window”, “tea cup” diye altına yazıyordu. Kelimeler ile eşyalar arasındaki bu örtüşme ya da örtüşememe, kelimelerle şeyler arasındaki uyum ya da uyumsuzluk beni büyülüyor, bu sayfalara o zamanlar çocuk aklımla nedenlerini tam kavrayamadığım hoş bir kafa karışıklığı ile yaklaşıyordum. Kırk yıl sonra bu konuları 1591’de Osmanlı nakkaşları arasında geçen ‘Benim Adım Kırmızı’ adlı romanımda tartışırken, hem çocukluğuma geri dönüyor hem de insan aklının temel ikilemlerinden birine felsefeyle irdeliyordum. Yazı ile resim arasındaki büyülenmemden edebi bir metin çıkarmak da yanıma kâr kalıyordu.
René Magritte’in ‘İmgelerin İhaneti’ (La Trahison des Images) adlı eseri, bütün edebi ve sanat hayatımı belirleyen bu sorunları çok açık bir şekilde dramlaştırdığı ve tabii resmin üzerinde de bir yazı olduğu için bana göre modern sanat klasiklerinin en önde gelenlerinden biridir. Magritte’in bir de La Révolution surréaliste’ dergisinde Aralık 1929’da yayınladığı ‘Kelimeler ve İmgeler’ adlı (Les mots et les images) bir yazısı olduğunu da unutmayalım. Bu kutuda, 18. yüzyılın 2. yarısında bir Batılı el tarafından (tam tarih belli değildir) yapılmış bir kıyafetnamede resmedilen Osmanlıların mesleklerini gösterir ve her biri bir translitarasyon karmaşası ve güzelliği olan kelimeleri kendi eserimin üzerinde kullanırken de, Magritte’in bir diğer adı ‘Bu Bir Pipo Değildir’ olan resminde kullandığı cinsten harfleri her kahramanın altına yerleştirdim. Bunu yaparken her seferinde “bu bir yeniçeri değildir”, “bu bir hamal değildir” demek geliyordu içimden.
Kıyafetname kitapları ilk başlarda insanların yüz, göz, saç, el, ayak özelliklerinden yola çıkarak ruhlarını, kimliklerini, kişiliklerini tahmin etme hünerine dayanan çoğu düzyazı Osmanlı metinleriydi. 16. yüzyıldan başlayarak bu kitapların Osmanlı nakkaşlarınca resmedilmiş elyazmaları da üretilmeye başladı. O zamanlar yalnız giyilen elbiseler değil, saç, deri, göz, el de daha derindeki insan ruhunu hem örtüp gizleyen hem de gizlediği şey hakkında bir ipucu veren bir dış kabuk olarak görüldüğü için kıyafetnamelerde tıpkı falnameler-astroloji kitapları gibi mistik ve enigmatic bir söylem-retorik de vardı.
17. yüzyıldan sonra ise kıyafetname kitapları, Batılı gezginler için Osmanlı toplumundaki kişileri, onların toplumsal konumları ve her birinin kendine özgü, değişik, rengarenk ve tuhaf kıyafetlerini gösteren tasviri ve gerçekçi kitaplara doğru evrildi. (Kıyafetname kitaplarındaki resimlere bakmaya doyamam: “Atalarımızın” hala bu kitaplarda yaşadığına inanırım!) 18. yüzyıldan sonra bu kitapların gücü, yazıdan çok resme dayanıyordu: Kimileri “çarşı ressamları” denilen Osmanlı nakkaşları tarafından, kimileri de resim hüneri olan Batılı gezginler tarafından yapılıyordu. Kıyafetname kitaplarını resimleyen nakkaş/ressamların Doğulu-Batılı üslupları da zamanla birbirine yaklaştı. Bu kutuda yararlandığım Osmanlı tiplerini gösterir. Zengin -170 i aşkın resim ve meslek- elyazması eserin aslı, Cihangir’deki ev ve yazıhaneme iki adım uzaklıktaki Alman Arkeoloji Enstitüsü’ndedir.